Bir
Delinin Kaleminden; Seyrin Üçüncü Sayfası
…
Güvertenin
en ucuna dokunan bakışlarımla başlayan yeni bir serüven gibiydi düşüncelerim!
Tanrı’ya
olan inancımı sorgulamakla geçen günlerime bir yenisini eklerken günleri
şaşırıyorum artık, ellerime bulaşan kendi kanımı temizlemek dahi gelmiyor
içimden…
Bir insan
hem kendisinin hem de bütün bir geleceğin nasıl olur da aynı anda katili
olabilir ki?
Zor
değildi oysa her şeyi tek sefer de unutup yolculuğa devam etmek! Aynaya her
bakışımda; duyguları, acıları, umutları ve hayalleri bir çırpıda unutup
yaşadığım ve yaşayacağım her anı sadece sanrılara bırakmış olduğumu görüyorum
gözlerimde..
‘’Ne acı’’
diyorum; Tanrı’ya, ‘’ne acı’’ benim gibi bir yaratıktan mahrum kalacak bir
insanlık bıraktı ardında, ‘’ne acı’’!
Çokta
irdeleyip konuşmuyorum bu konuda kendimle, sadece içlenip bir sigara daha
yakıyor ve tazeliyorum her iç çekişimle beraber, yudumlayıp bitirdiğim
kadehimi!
‘’Dokunmuyor
mu’’ diyen herkese ‘’çok’’ diyorum, ‘’hem de çok dokunuyor’’…
Kendimle
konuşmaktan kaçtığım gibi kimseyle de konuşmak gelmiyordu içimden, bu kaçak
hayatı nereye kadar devam edecekti; sahte kimlik, sahte karakter, ve ikinci el
bir hayatı üstlenip başkalaşmaya çalışan yeni bir ben gibiyim, eli kanlı bir
ben…
Katil er
ya da geç olay yerine gelecekti değil mi? Peki ya ben neden olay yerinden hiç
ayrılmıyordum sordunuz mu bunu hiç bana? ’’Hayır’’ soracak mısınız peki? ‘’Hayır’’
Ben cesedini çok seven bir katil olarak kalacağım Tanrı’nın kitabında, cesedini
çok seven bir katil…
‘’Bu
kadar delirmiş olmak kolay değildi biliyor musun’’ dedim köşedeki eskiden kalma
bir gaz lambasına. Duvara yansıyan gölgemle karşılıklı oturup susuyordum oysa,
dudaklarım kıpırdamadan nasıl da konuşuyordum o gaz lambası ile, anlam
verememiştim sanki, kendi gözlerimden anladığım buydu, anlamak içinde
uğraşmadım açıkçası, susmak iyi geliyordu sanki, yeni bir kadeh ve yeni bir sigara
lazımdı tam da bu anda, yeni bir bakış yeni bir anı ve hatıra gibi tazelemem
gerekiyordu o anda seni ve insanlar arasında dolaşan ben’i; tazelemiş miydim
yıllar sonra kendimi; ‘’hiç zannetmiyorum’’…
Yıllar
geçmiş gibiydi yine aynı güvertede gördüm kendimi; ne geçen zaman ne de o ıssız
okyanus değiştirmemiş o katili, yine aynı vurdum duymaz tavırlarım ve anlam
arayan ama uzaklara dökülen bakışlarım vardı üzerimde; ‘’hiç mi değişmedin’’
dedim iki dudağımın arasında yuvarlanırcasına kelimeler! Ben bile duyamamıştım
söylediklerimi, ama o yılların değiştiremediği katil beni duymuşçasına baktı
gözlerime ve ‘’ çok, çok değiştim’’ dedi gözleriyle…
Sahte
kimliğini ve karakterini benimsemekte zorlanan ama rolünü ustalıkla oynayan bir
aktör gibiydim sanki! Koskoca gemiye kurulmuş bir ütopyam vardı adeta, hem
katili hem de cesedi yaşıyordum, kendimle oturup kendimle kalkıyor etrafımdan
geçen onlarca yüzlerce insana sadece gözlerimle ‘’ben katil değilim’’ diyordum,
umarsız bakışlarımla…
Sahi ben
gerçekten katil miydim? Bilmiyorum…
Nasıl
uzun bir yolculuğa çıktığımın farkına vardığımda ise iyiden iyiye uzayan, beyazlayan
saçlarım ve sakalım vardı… Bu iki rolü oynamaktan yorulduğumu kendimden
başkasına söyleyememek can yakıyordu artık, bütünlüğünü yitirip sadece izmarit
olarak kalan her sigarayı kolumda söndürmeye başladığımda canımın yanmasından
haz duyuyor ve kendimi bunlarla cezalandırıyordum sanki! Yaşadıklarım gibi bu
da bir sanrı mıydı acaba?
Gaz
lambasına hafif can vererek küçücük odaya koca bir güneşi sığdırmaya
çalışıyorum şimdi, yeni gelen şişeler eskimiş kadehlerime merhaba diyordu,
yüzümde anlamsız beliren bir tebessüm can buldu, oysa hangi mühürlü kalpte
sevgi yeşerirdi ki?
Kendimi
insanlardan ayrıştırılmış bir yaratık gibi görmeye devam ettiğimi kabullendiğim
doğruydu, yıllar, çok değil sadece bunu değiştirmişti bende, sadece bunu kabullenebilmişim, oysa halen
deli olmadığımı savunuyorum ve nasır tutmuş avuçlarımı açıp Tanrı’ya ‘’Adalet’’
dileniyorum…
Küçücük
odama koskoca bir ütopyayı sığdırmışım ama adalete yer arıyorum, ‘’ sizin
gezegende adalet var mıydı peki?’’
Saatler,
günler, haftalar hatta aylar o küçücük odam ile güverte arasında bir elimde
sigara diğer elimde kadeh ile yürüyerek geçiyordu, ve hiç bir zaman bir defa
karşılaştığım biri ile ikinci kez karşılaşmıyordum insanlar çalışanlar sürekli
değişiyordu, bu uzun yolculukta farkına varıp garipsediğim ama çokta
umursamadığım tek şeydi…
Soluk
soluğa uykudan uyanmaya başladığım günler kapımı çalıyordu, bu; aklımın ve
kalbimin daha fazla sigara ve alkol isteğini doğuruyordu bende, öyle de
olmuştu, daha fazla sigara ve daha fazla alkol, nereye kadar gidecekti bu
sürgün hayat bilmiyordum!
Kendime
her sorduğum sorunun cevabını bildiğim halde bilmemekle geçiştiriyordum,
böylesi daha kolaydı çünkü, kaçmak heyecan vericiydi, sonuçta; ‘’kaçıyordum’’
ama kimden? Ve neden?
Belki
aylar belki de yıllar geçmişti, bir gün olsun kimse gelip nereye gidiyorsun
demedi, bende kimseden bu soruyu beklemedim açıkçası, sadece ‘’nasılsın’’
sorusuna muhtaçtım biliyorum!
Çünkü
biri bana ‘’nasılsın’’ dese ben bütün kinimi nefretimi tek seferde bir tsunami gibi
kusacak ve bu kaçak hayatından kurtulacaktım! ‘’Nasılsın’’ deseler ‘’iyi
değilim, bu sefer gerçekte iyi değilim’’ diyecektim, diyemedim çünkü kimse bana
‘’nasılsın’’ demedi, yıllarca bir ‘’nasılsın’a’’ muhtaç katil olarak yaşadım…
Odamdan
güverteye, güverteden de odama selam taşıyordum, ara ara soluklanıp ‘’yine çok
içmeye başladım’’ deyip kendime nasihat veriyordum çok ihtiyacım varmış gibi,
gülümsüyordum kendime yalan da olsa… Sanki bir gün bütün bu serüven bitecekmiş
hissine kapılıyorum ve o andan sonra günleri sayıyordum odama kapanıp aradan
aylar geçince aralayıp kapıyı bakıyordum, eğer güverte yerinde ise hiçbir şey
değişmemiş sayıyor kaldığım yerden kendimi soyutlamaya ve bambaşka biri olmaya
çalışıyordum, bambaşka biri olmuyor sadece soyut olarak kalıyordum!
Bir gün
gaz lambasının karşısına oturdum ve bütün bunlardan haz duyduğumu itiraf ettim
kendime, kapalı kapılar ardında! Kavurucu sıcakların kucakladığı çölde açan
çiçeğe benzer bir fidan yeşerdi kalbimde, garipsedim kabullenemedim onu da
öldürdüm içimde, kalbi duyguları olmayan bir katildim ben ve görevini yerine
getiren bir emir eri gibi sevinmiştim, katliamlar başlıyordu o koskoca ütopyama
sığmayan, öldürüyordum sevinçleri mutlulukları ve kurtuluş çabalarımı…
Odamla
güverte arasında gidip gelen ayak izlerimi görüyordum artık! Ellerimle
bütünleşmiş kadehimi alıp usul usul yürüyordum güverteye doğru, adımlarımda
değişen ne olduğunu bilmediğim bir şeyler vardı, uzun gelen bir yürüyüşten
sonra ulaşmıştım güverteye, hiç böyle yarı ayık kafayla gelmediğimi farkettim o
an, ve böylesine ışıl ışıl görmemiştim okyanusu! Kadehi uzaklaştırdım
dudaklarından ve düşündüm; görmekten korktuğum şeyler benim ütopyamın dışındaki
bu güzellikler miydi acaba? İlk defa hak veriyordum kendime sanki, kaçtığım
şeylerden biri de kendi ütopyama kabul görmediğim siz insanların gezegeninde
saklanan güzelliklerdi! Kabul etmememin geçerli bir sebebi vardı elbet, siz
dokunmuştunuz o güzelliklere ve kirlenmişti artık bütün gezegen insanoğlu ile! Ve
ben o kirli güzelliği duygularıma katamazdım insanların kirlettiği bir
güzelliğe ben dokunamazdım… Aheste aheste yaklaştı benden kaçan kadehim
dudaklarıma, derin bir iç çektim ve ‘’kahpesiniz insanlar’’ diye haykırdım
bakışlarımın dokunduğu her yöne bakarak…
Zaman
zaman güverteden odama veya odamdan güverteye ışınlandığımı düşünür oldum
biliyor musunuz, öyle sarhoş ve karmaşık bir kafa ile yürüyorum ki kimselere
çarpmadan zarar vermeden, dokunmadan hissettirmeden yavaş yavaş, parmak
uçlarımda yürüyerek bir hırsız edasıyla, şaşıyorum…
Gün
batımına yetiştiğim vakit güverte de; o buğulu kadeh nasıl yakışıyor elime
anlatamam, ben kadehten değil de kadeh benden bir şeyler içecek gibi, öylesine
sakin öylesine berrak ve bir o kadar hırçın ve sıcak…
Limandan
ayrıldığım tarihi dahi hatırlamıyorum artık, ama o günden beri Tanrı’ya küsüm
biliyorum, çok sebep var lakin anlatamıyorum.
Aylardır
belki de yıllardır süren bu yolculukta sadece küfürlerimi değil bir o kadar da
şehvet dolu günahlarımı biriktiriyorum, soluk soluğa kalan gecelerimin sonunda
terleyen avuçlarımın içiyle odamdan dışarı açılan tek pencerenin buğusunu
siliyorum…
Katil ve
cesedi tek beden de yaşamaktan yorulduğum kadar sarhoştum artık! Yine bir gün
hücre cezası vermiştim sanki kendime tam 7 gün olmuştu odamdan çıkmayalı ve
güverteye gitmeyeli, acaba bir şeyler değişmiş miydi, ya da birileri merak
etmiş miydi beni, yahut güverte darılmış mıydı bana?
Bugün
çıkmalıydım odamdan, dolu bir kadeh ile ve bu sefer hangi gerçekle
yüzleşeceğimi merak ederek çıkmalıydım. Gaz lambasına ufak bir veda busesi
uzattım gözlerimle ‘’merak etme geleceğim’’ dedim, çünkü ben insan değildim
gidersem gelirdim, ama insanlar öyle değil bir kez gidince gelirim dese de
gelmiyordu, bu yolculuğa çıkan herkes limanda sevdiklerine geleceğim demişti
oysa, yalancısınız insanoğlu asla gelmeyeceksiniz, ama ben onlardan biri
değildim dışa vurulmuş bütün duyguların katili bir yaratıktım ben ve bunun
farkındaydım…
İştahla
dolmuş ve ben buradayım diyen kadehim ile başladım yürümeye; başlangıç noktası;
odam, varış noktası; güverte, nasıl yürüyorum ama, adımlarıma dolanan
şarkılardan tut ki dudaklarıma düşen ıslıklara kadar sırıl sıklam bir gün gibi
yürüyorum…
Güverteye
ulaşmış olmanın verdiği asalak bir gurur ile uzaklarda bir kara parçası görme
korkusu arasında kalmıştım şimdiden, telaşla yakılan sigara ve hızlıca
yudumladığım alkolün verdiği nahoş tat…
Ne ara
döndüm odama hatırlamıyorum, gaz lambasını da açmışım farkında değilim, kötüye
mi gidiyordu her şey?
Uzun
zamandır rüya görmüyordum, biraz daha zaman geçse rüyanın ne olduğunu dahi
unuturdum galiba! Günü bilmiyorum çünkü ütopyamda günlerin yeri yoktu, gerçekte
ise gün beni ilgilendirmiyordu, gaz lambamın ışığının duvarı öptüğü an
korkularımla uyandım uykudan! Korkmuş muydum, korkutulmuş muydum?
Odamdan
güverteye giden adımlarım, kadehi tutuşum dahi garipti o gün, güverteye
geldiğimde garip bir koku sarmıştı orayı ya benden önde birisi vardı orada ve
acı bir anı bırakmıştı, ya da anılarını acıya dökecek biri geçmişti oradan!
Derken hiç tanımadığım adını bilmediğim yüzünü görmediğim ama sesini tanıdığım
biri geçti ardımdan; ve ‘’değişiyorsun’’ dedi kalbimi söken bir ses tonuyla ‘’değişiyorsun’’…
Arkamı
döndüğümde kimsenin olmayışı kadar ürkütmedi hiçbir şey beni, ne katil oluşum
ne karanlık ne de gerçekler! Kimdi o? Ve beni nereden tanıyordu? Günlerce
aklımı meşgul edecek bir olaydı bu, öyle de oldu günler birbirini kovaladı ve ben
güverteye gitmeye korkar olmuştum!
Hücre
hapsine geri dönmüştük, cezam o sesi duymaktı; hüküm kılınmıştı çoktan ve
süresiz olarak odamdan çıkmayacak sadece gaz lambası ile konuşacaktım
pencereden dışarı bakmam bile yasaktı, kimdi bu yasağı koyan, ve bu yasağa
uyacak olan?
Bu sefer
saymadım kaç gün kaç hafta odama hapsettim kendimi, güneşi görme isteği
oluyordu ansızın ama belli etmiyordum aksi halde işkenceler başlayabilirdi kim
bilir, kendimi ikna etmem gerekiyordu cezamı çektiğime dair ama asla bu çabaya
girmedim, yavaş yavaş kabullendim cezamın bittiğini, ve odamdan çıkacağım o an
gelmişti…
Kapıyı
araladığımda renklerin değiştiğini gördüm, hemen kapattım kapıyı, zaten
karanlıktı odam sarıldım gaz lambasına kilitli kapılar ardımda kalmak iyiydi o
an benim için, çünkü dışarısı farklı dışarısı değişik ve korkunçtu dışarısı!
Kendinin
katili olmaktan umarsız bir deliliğe gidiyordu bu serüven ve bütün olaylar
küçük bir odayla güverte arasında ya gerçekle ya da sanrılarla geçiyordu. Bütün
bunların sadece bir sanrıdan ziyade gerçek olmasını umuyordum, eğer bütün bu
yaşadıklarım sanrıdan ibaret ise bu ben değildim, lakin bunlar gerçek ise ben
asıl kimliğimi bulmuştum, kendimin katili ve kaçak hayatı sürüyorum, en tuhaf
olanı da ne biliyor musunuz? Sadece kırmızı bülten ile aranmıyordum! Hem
katilsin hem de kaçaksın garip değil mi, işte bu serüven böyle başladı, şu an
hangi yüzyıldayız bilmiyorum ölümsüzlük iksirine bulanmış kadehimi yudumluyorum
yine, odamdan güverteye, güverteden odama besteler yapıyorum…
……
Aşkın
Şairi