Bir Delinin Kaleminden...: Şubat 2019

LÜTFEN DİNLEYİNİZ

19 Şubat 2019 Salı

Bir Delinin Kaleminden; Haksız Notalar!


Bir Delinin Kaleminden; Haksız Notalar!

Bugün adım; haksız notalar! Garipsemekte haklılık payınızın olduğunu yadırgayamam, ben bile garipsiyorum bazen; ‘’haksız notalar’’ da ne demek?

Açıklayalım; haketmediğim bir hayatı yaşıyorum, belki de yaşaması gereken ama yaşamayan bir ölü ya da doğmamış birinin hakkını yiyorum şu an bilmiyorum; eğer öyleyse en büyük günahı ben mi işlemiş oluyorum?
Tanrı’nın sunduğu bu hayatta bilerek mi günahkar rolünü oynuyorum yani ben? Aşk olsun o zaman Tanrı’ya!

Haketmediğiniz bir hayatı nasıl rezil rüsva yaşarsanız o hayat sizi o kadar günahkar ediyor belki de, olsun ben günahlarımı kalbimin içine kurduğum kumbaramda biriktiriyorum, günü gelince açacağım kumbaramı ve günahlarımla insanlığa paha biçilemez hediyeler alacağım!
Dünyası dört duvar arasına sıkışmış bir deli olsam da gönlüm sizin dünyanız kadar büyüktü oysa; tâ ki siz insanlar gönlümü kırıncaya dek!
Paramparça bir hüzün bıraktınız avuçlarım da o gün bu gündür haksız notalar gibiyim, olması gereken albümlerde değil de sadece beyazlığını yitirip sarıya çalan sayfalar arasında kalmış notalar gibiyim işte..
O yüzden haksızım ben, günahlarımı dahi insanlığa adamış bir deliyim işte; bu yüzden tarihin beyazlığını yitirmiş sarıya çalan sayfalarında sonsuza dek haksız bir nota olarak kalacağım işte…


Aşkın Şairi


Bir Delinin Kaleminden; Ölüme Hazırlık!


Bir Delinin Kaleminden; Ölüme Hazırlık!

İnsanoğlu diyorum; yer yer Oğuz Atay oluyor farkında mısınız? ; ‘’ Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.”

 

Ya siz; ne kadar ölmek istediniz?

Kaçıyorum şimdi, herkesten ve her şeyden, insan ailesinden eşinden dostundan kaçar mı? Ve neden kaçar?

Cevap mı; insan anlaşılmadığı yerde neden dursun ki? Durman için hiçbir sebep yoktu oysa…

Tanrı’ya yalvarmaktan geçen günleri yaşıyorum, ‘’al’’ diyorum Tanrım al şu canımı yoksa emrine karşı gelmekten korkuyorum Tanrım’’ ve gün geçtikçe kendi ölümümü hayal ediyorum…

Güzel ölmem gerekiyor bana yakışan da bu diyorum, sonra ‘’ bana hayat yakışmadı ki ölüm mü yakışacak diyorum sıradan bir ölüm düşlüyorum; herkesin aklında üç gün kalıp dördüncü gün unutulacak bir ölüm olacak benim ölümüm diyor ve düşlüyorum…

 

Yaşamak için bana gerçekten ikna edici tek bir şey söyleyin şimdi! Ama öyle sıradan şeyler duymak istemiyorum, yok neymiş yaşamak güzelmiş, nefes alıyormuşuz, elimiz ayağımız tutuyormuş falan, benim elimin ayağımın tuttuğu bana teorileri çürütecek kuramlar ile gelin, bana ben olduğumu ve bu beni değiştirecek şeyler ile gelin, gelemiyorsanız bırakın beni ben gideyim, ölüm bu bekletmeye gelmez…

 

İnsan aldığı her nefesten nasıl olur da azılı bir düşmanından nefret eder gibi her anından nefret eder; ulan hiç mi ‘’şükürler olsun Tanrım’’ diyeceğim bir anım olmaz şu hayat dediğiniz şeyde!

İşte o an anladım sizin ‘’fani’’ dediğiniz dünyanızda bana yerin olmadığını, o an anladım Tanrının sadece seçilmişlere büyük rol verdiğini, ve benim gibilerin de sizin dünyanızda sadece bir ucube gibi yaşamaya mahkum edildiğini!

 

Kiminle ve neden girdiğimi bilmediğim bir savaşın içindeyim, aklımdaki sesler gün geçtikçe artıyor, unutkanlık başladı bazen bir önceki günümü bile hatırlamıyorum, tek istediğim oturduğum yerden bütün bir insanlığa küfretmek başka bir isteğim yok diyorum sonra ‘’bana ne lan insanlıktan’’ diyorum nerede hani insanlık diyorum…


Bir gün herkesi ve her şeyi ardımda bırakıp kaçabilecek miyim buralardan adımı sanımı değiştirerek geçmişimden kimsenin bana ulaşmaması için! Bu emelime ulaşabilecek miyim? Yoksa hiçbir yere kaçamayıp sadece sıradan bir ölüm ile toprak mı olacağım?

Sorular sorular ve sorular, her geçen gün daha da çoğalan ve abuk subuk gelen onlarca yüzlerce soru, cevaplarını bir türlü bulamadığım sorular!!!

Yoruluyor muyum, yoksa bu yorulmuş halim mi, bilmiyorum, bence bu delirmiş halim olsa gerek…
Yok yere kendime dert arıyorum, bitmiş bir sigara paketine bile dertleniyorum kanlı bıçaklı oluyorum ansızın, ‘’çare istiyorum ben ‘’ey insanoğlu’’ sizin karanlık acımasız dünyanızda küçücük hayatıma sadece çare istiyorum, beni bu aklımı tırmalayan çığlıklardan kurtarın, biri içimdeki sesleri sustursun artık yalvarıyorum’’…

Sustuğum zamanlar gelir aklıma ve soruyorum kendime ben bu zamana kadar bu çığlıklar ile nasıl yaşadım diyorum, bu bir başarı hikayesi miydi? Hiç zannetmiyorum… Kapalı kapılar ardında bu sessiz çığlıklar ile bir başına kalmak ne kadar ürkütücü bilemezsiniz!

‘’ Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.”

Hani başlangıçta demiştim ya her insan yer yer Oğuz Atay oluyor diye; işte ben bugün Oğuz Atay’ım; ya siz…?
Ruhuma bir fatiha okuman dileğiyle…


Aşkın Şairi

15 Şubat 2019 Cuma

Seyrin Üçüncü Sayfası


Bir Delinin Kaleminden; Seyrin Üçüncü Sayfası

Güvertenin en ucuna dokunan bakışlarımla başlayan yeni bir serüven gibiydi düşüncelerim!
Tanrı’ya olan inancımı sorgulamakla geçen günlerime bir yenisini eklerken günleri şaşırıyorum artık, ellerime bulaşan kendi kanımı temizlemek dahi gelmiyor içimden…
Bir insan hem kendisinin hem de bütün bir geleceğin nasıl olur da aynı anda katili olabilir ki?

Zor değildi oysa her şeyi tek sefer de unutup yolculuğa devam etmek! Aynaya her bakışımda; duyguları, acıları, umutları ve hayalleri bir çırpıda unutup yaşadığım ve yaşayacağım her anı sadece sanrılara bırakmış olduğumu görüyorum gözlerimde..
‘’Ne acı’’ diyorum; Tanrı’ya, ‘’ne acı’’ benim gibi bir yaratıktan mahrum kalacak bir insanlık bıraktı ardında, ‘’ne acı’’!

Çokta irdeleyip konuşmuyorum bu konuda kendimle, sadece içlenip bir sigara daha yakıyor ve tazeliyorum her iç çekişimle beraber, yudumlayıp bitirdiğim kadehimi!
‘’Dokunmuyor mu’’ diyen herkese ‘’çok’’ diyorum, ‘’hem de çok dokunuyor’’…

Kendimle konuşmaktan kaçtığım gibi kimseyle de konuşmak gelmiyordu içimden, bu kaçak hayatı nereye kadar devam edecekti; sahte kimlik, sahte karakter, ve ikinci el bir hayatı üstlenip başkalaşmaya çalışan yeni bir ben gibiyim, eli kanlı bir ben…

Katil er ya da geç olay yerine gelecekti değil mi? Peki ya ben neden olay yerinden hiç ayrılmıyordum sordunuz mu bunu hiç bana? ’’Hayır’’ soracak mısınız peki? ‘’Hayır’’ Ben cesedini çok seven bir katil olarak kalacağım Tanrı’nın kitabında, cesedini çok seven bir katil…

‘’Bu kadar delirmiş olmak kolay değildi biliyor musun’’ dedim köşedeki eskiden kalma bir gaz lambasına. Duvara yansıyan gölgemle karşılıklı oturup susuyordum oysa, dudaklarım kıpırdamadan nasıl da konuşuyordum o gaz lambası ile, anlam verememiştim sanki, kendi gözlerimden anladığım buydu, anlamak içinde uğraşmadım açıkçası, susmak iyi geliyordu sanki, yeni bir kadeh ve yeni bir sigara lazımdı tam da bu anda, yeni bir bakış yeni bir anı ve hatıra gibi tazelemem gerekiyordu o anda seni ve insanlar arasında dolaşan ben’i; tazelemiş miydim yıllar sonra kendimi; ‘’hiç zannetmiyorum’’…

Yıllar geçmiş gibiydi yine aynı güvertede gördüm kendimi; ne geçen zaman ne de o ıssız okyanus değiştirmemiş o katili, yine aynı vurdum duymaz tavırlarım ve anlam arayan ama uzaklara dökülen bakışlarım vardı üzerimde; ‘’hiç mi değişmedin’’ dedim iki dudağımın arasında yuvarlanırcasına kelimeler! Ben bile duyamamıştım söylediklerimi, ama o yılların değiştiremediği katil beni duymuşçasına baktı gözlerime ve ‘’ çok, çok değiştim’’ dedi gözleriyle…

Sahte kimliğini ve karakterini benimsemekte zorlanan ama rolünü ustalıkla oynayan bir aktör gibiydim sanki! Koskoca gemiye kurulmuş bir ütopyam vardı adeta, hem katili hem de cesedi yaşıyordum, kendimle oturup kendimle kalkıyor etrafımdan geçen onlarca yüzlerce insana sadece gözlerimle ‘’ben katil değilim’’ diyordum, umarsız bakışlarımla…
Sahi ben gerçekten katil miydim? Bilmiyorum…

Nasıl uzun bir yolculuğa çıktığımın farkına vardığımda ise iyiden iyiye uzayan, beyazlayan saçlarım ve sakalım vardı… Bu iki rolü oynamaktan yorulduğumu kendimden başkasına söyleyememek can yakıyordu artık, bütünlüğünü yitirip sadece izmarit olarak kalan her sigarayı kolumda söndürmeye başladığımda canımın yanmasından haz duyuyor ve kendimi bunlarla cezalandırıyordum sanki! Yaşadıklarım gibi bu da bir sanrı mıydı acaba?

Gaz lambasına hafif can vererek küçücük odaya koca bir güneşi sığdırmaya çalışıyorum şimdi, yeni gelen şişeler eskimiş kadehlerime merhaba diyordu, yüzümde anlamsız beliren bir tebessüm can buldu, oysa hangi mühürlü kalpte sevgi yeşerirdi ki?

Kendimi insanlardan ayrıştırılmış bir yaratık gibi görmeye devam ettiğimi kabullendiğim doğruydu, yıllar, çok değil sadece bunu değiştirmişti bende,  sadece bunu kabullenebilmişim, oysa halen deli olmadığımı savunuyorum ve nasır tutmuş avuçlarımı açıp Tanrı’ya ‘’Adalet’’ dileniyorum…
Küçücük odama koskoca bir ütopyayı sığdırmışım ama adalete yer arıyorum, ‘’ sizin gezegende adalet var mıydı peki?’’

Saatler, günler, haftalar hatta aylar o küçücük odam ile güverte arasında bir elimde sigara diğer elimde kadeh ile yürüyerek geçiyordu, ve hiç bir zaman bir defa karşılaştığım biri ile ikinci kez karşılaşmıyordum insanlar çalışanlar sürekli değişiyordu, bu uzun yolculukta farkına varıp garipsediğim ama çokta umursamadığım tek şeydi…

Soluk soluğa uykudan uyanmaya başladığım günler kapımı çalıyordu, bu; aklımın ve kalbimin daha fazla sigara ve alkol isteğini doğuruyordu bende, öyle de olmuştu, daha fazla sigara ve daha fazla alkol, nereye kadar gidecekti bu sürgün hayat bilmiyordum!
Kendime her sorduğum sorunun cevabını bildiğim halde bilmemekle geçiştiriyordum, böylesi daha kolaydı çünkü, kaçmak heyecan vericiydi, sonuçta; ‘’kaçıyordum’’ ama kimden? Ve neden?

Belki aylar belki de yıllar geçmişti, bir gün olsun kimse gelip nereye gidiyorsun demedi, bende kimseden bu soruyu beklemedim açıkçası, sadece ‘’nasılsın’’ sorusuna muhtaçtım biliyorum!
Çünkü biri bana ‘’nasılsın’’ dese ben bütün kinimi nefretimi tek seferde bir tsunami gibi kusacak ve bu kaçak hayatından kurtulacaktım! ‘’Nasılsın’’ deseler ‘’iyi değilim, bu sefer gerçekte iyi değilim’’ diyecektim, diyemedim çünkü kimse bana ‘’nasılsın’’ demedi, yıllarca bir ‘’nasılsın’a’’ muhtaç katil olarak yaşadım…

Odamdan güverteye, güverteden de odama selam taşıyordum, ara ara soluklanıp ‘’yine çok içmeye başladım’’ deyip kendime nasihat veriyordum çok ihtiyacım varmış gibi, gülümsüyordum kendime yalan da olsa… Sanki bir gün bütün bu serüven bitecekmiş hissine kapılıyorum ve o andan sonra günleri sayıyordum odama kapanıp aradan aylar geçince aralayıp kapıyı bakıyordum, eğer güverte yerinde ise hiçbir şey değişmemiş sayıyor kaldığım yerden kendimi soyutlamaya ve bambaşka biri olmaya çalışıyordum, bambaşka biri olmuyor sadece soyut olarak kalıyordum!
Bir gün gaz lambasının karşısına oturdum ve bütün bunlardan haz duyduğumu itiraf ettim kendime, kapalı kapılar ardında! Kavurucu sıcakların kucakladığı çölde açan çiçeğe benzer bir fidan yeşerdi kalbimde, garipsedim kabullenemedim onu da öldürdüm içimde, kalbi duyguları olmayan bir katildim ben ve görevini yerine getiren bir emir eri gibi sevinmiştim, katliamlar başlıyordu o koskoca ütopyama sığmayan, öldürüyordum sevinçleri mutlulukları ve kurtuluş çabalarımı…

Odamla güverte arasında gidip gelen ayak izlerimi görüyordum artık! Ellerimle bütünleşmiş kadehimi alıp usul usul yürüyordum güverteye doğru, adımlarımda değişen ne olduğunu bilmediğim bir şeyler vardı, uzun gelen bir yürüyüşten sonra ulaşmıştım güverteye, hiç böyle yarı ayık kafayla gelmediğimi farkettim o an, ve böylesine ışıl ışıl görmemiştim okyanusu! Kadehi uzaklaştırdım dudaklarından ve düşündüm; görmekten korktuğum şeyler benim ütopyamın dışındaki bu güzellikler miydi acaba? İlk defa hak veriyordum kendime sanki, kaçtığım şeylerden biri de kendi ütopyama kabul görmediğim siz insanların gezegeninde saklanan güzelliklerdi! Kabul etmememin geçerli bir sebebi vardı elbet, siz dokunmuştunuz o güzelliklere ve kirlenmişti artık bütün gezegen insanoğlu ile! Ve ben o kirli güzelliği duygularıma katamazdım insanların kirlettiği bir güzelliğe ben dokunamazdım… Aheste aheste yaklaştı benden kaçan kadehim dudaklarıma, derin bir iç çektim ve ‘’kahpesiniz insanlar’’ diye haykırdım bakışlarımın dokunduğu her yöne bakarak…

Zaman zaman güverteden odama veya odamdan güverteye ışınlandığımı düşünür oldum biliyor musunuz, öyle sarhoş ve karmaşık bir kafa ile yürüyorum ki kimselere çarpmadan zarar vermeden, dokunmadan hissettirmeden yavaş yavaş, parmak uçlarımda yürüyerek bir hırsız edasıyla, şaşıyorum…

Gün batımına yetiştiğim vakit güverte de; o buğulu kadeh nasıl yakışıyor elime anlatamam, ben kadehten değil de kadeh benden bir şeyler içecek gibi, öylesine sakin öylesine berrak ve bir o kadar hırçın ve sıcak…

Limandan ayrıldığım tarihi dahi hatırlamıyorum artık, ama o günden beri Tanrı’ya küsüm biliyorum, çok sebep var lakin anlatamıyorum.
Aylardır belki de yıllardır süren bu yolculukta sadece küfürlerimi değil bir o kadar da şehvet dolu günahlarımı biriktiriyorum, soluk soluğa kalan gecelerimin sonunda terleyen avuçlarımın içiyle odamdan dışarı açılan tek pencerenin buğusunu siliyorum…

Katil ve cesedi tek beden de yaşamaktan yorulduğum kadar sarhoştum artık! Yine bir gün hücre cezası vermiştim sanki kendime tam 7 gün olmuştu odamdan çıkmayalı ve güverteye gitmeyeli, acaba bir şeyler değişmiş miydi, ya da birileri merak etmiş miydi beni, yahut güverte darılmış mıydı bana?

Bugün çıkmalıydım odamdan, dolu bir kadeh ile ve bu sefer hangi gerçekle yüzleşeceğimi merak ederek çıkmalıydım. Gaz lambasına ufak bir veda busesi uzattım gözlerimle ‘’merak etme geleceğim’’ dedim, çünkü ben insan değildim gidersem gelirdim, ama insanlar öyle değil bir kez gidince gelirim dese de gelmiyordu, bu yolculuğa çıkan herkes limanda sevdiklerine geleceğim demişti oysa, yalancısınız insanoğlu asla gelmeyeceksiniz, ama ben onlardan biri değildim dışa vurulmuş bütün duyguların katili bir yaratıktım ben ve bunun farkındaydım…

İştahla dolmuş ve ben buradayım diyen kadehim ile başladım yürümeye; başlangıç noktası; odam, varış noktası; güverte, nasıl yürüyorum ama, adımlarıma dolanan şarkılardan tut ki dudaklarıma düşen ıslıklara kadar sırıl sıklam bir gün gibi yürüyorum…

Güverteye ulaşmış olmanın verdiği asalak bir gurur ile uzaklarda bir kara parçası görme korkusu arasında kalmıştım şimdiden, telaşla yakılan sigara ve hızlıca yudumladığım alkolün verdiği nahoş tat…
Ne ara döndüm odama hatırlamıyorum, gaz lambasını da açmışım farkında değilim, kötüye mi gidiyordu her şey?

Uzun zamandır rüya görmüyordum, biraz daha zaman geçse rüyanın ne olduğunu dahi unuturdum galiba! Günü bilmiyorum çünkü ütopyamda günlerin yeri yoktu, gerçekte ise gün beni ilgilendirmiyordu, gaz lambamın ışığının duvarı öptüğü an korkularımla uyandım uykudan! Korkmuş muydum, korkutulmuş muydum?
Odamdan güverteye giden adımlarım, kadehi tutuşum dahi garipti o gün, güverteye geldiğimde garip bir koku sarmıştı orayı ya benden önde birisi vardı orada ve acı bir anı bırakmıştı, ya da anılarını acıya dökecek biri geçmişti oradan! Derken hiç tanımadığım adını bilmediğim yüzünü görmediğim ama sesini tanıdığım biri geçti ardımdan; ve ‘’değişiyorsun’’ dedi kalbimi söken bir ses tonuyla ‘’değişiyorsun’’…

Arkamı döndüğümde kimsenin olmayışı kadar ürkütmedi hiçbir şey beni, ne katil oluşum ne karanlık ne de gerçekler! Kimdi o? Ve beni nereden tanıyordu? Günlerce aklımı meşgul edecek bir olaydı bu, öyle de oldu günler birbirini kovaladı ve ben güverteye gitmeye korkar olmuştum!

Hücre hapsine geri dönmüştük, cezam o sesi duymaktı; hüküm kılınmıştı çoktan ve süresiz olarak odamdan çıkmayacak sadece gaz lambası ile konuşacaktım pencereden dışarı bakmam bile yasaktı, kimdi bu yasağı koyan, ve bu yasağa uyacak olan?

Bu sefer saymadım kaç gün kaç hafta odama hapsettim kendimi, güneşi görme isteği oluyordu ansızın ama belli etmiyordum aksi halde işkenceler başlayabilirdi kim bilir, kendimi ikna etmem gerekiyordu cezamı çektiğime dair ama asla bu çabaya girmedim, yavaş yavaş kabullendim cezamın bittiğini, ve odamdan çıkacağım o an gelmişti…
Kapıyı araladığımda renklerin değiştiğini gördüm, hemen kapattım kapıyı, zaten karanlıktı odam sarıldım gaz lambasına kilitli kapılar ardımda kalmak iyiydi o an benim için, çünkü dışarısı farklı dışarısı değişik ve korkunçtu dışarısı!

Kendinin katili olmaktan umarsız bir deliliğe gidiyordu bu serüven ve bütün olaylar küçük bir odayla güverte arasında ya gerçekle ya da sanrılarla geçiyordu. Bütün bunların sadece bir sanrıdan ziyade gerçek olmasını umuyordum, eğer bütün bu yaşadıklarım sanrıdan ibaret ise bu ben değildim, lakin bunlar gerçek ise ben asıl kimliğimi bulmuştum, kendimin katili ve kaçak hayatı sürüyorum, en tuhaf olanı da ne biliyor musunuz? Sadece kırmızı bülten ile aranmıyordum! Hem katilsin hem de kaçaksın garip değil mi, işte bu serüven böyle başladı, şu an hangi yüzyıldayız bilmiyorum ölümsüzlük iksirine bulanmış kadehimi yudumluyorum yine, odamdan güverteye, güverteden odama besteler yapıyorum…

……

Aşkın Şairi


YASAL UYARI

ŞİİRLERİN İZİN ALINMADAN KOPYALANMASI VE KULLANILMASI 5846 SAYILI FİKİR VE SANAT ESERLERİ YASASINA GÖRE SUÇTUR. TELİF HAKLARI GEREĞİ İÇERİKLERİN PAYLAŞILMASI YASAKTIR, AKSİ HALDE HUKUKİ İŞLEM BAŞLATILACAKTIR...