…
Çoktan
yıkılıp gittiğim yerlerden gelen rüzgarlar duyuyorum şimdilerde… Herkesten
kaçtığım, adımı unuttuğum, gitmem ya da kalmam gereken hiçbir yer yokmuş gibi,
ama yetişmem gerek tren seferleri varmış gibi tutumsuz bir telaşın içindeyim
işte…
Çekildiğim
inzivalarda taciz ediliyorum, kimsesiz kaldığımın gerçeği yüzüme öyle umarsızca
vuruluyor ki şu günlerde ve gelecek günler de, çünkü annen yok, annen yoksa
kimsen yok işte kabullendik kimsesiz olduğumuzu ve artık annesiz olduğumuzu…
Sözde
devrimci komünist tavırlar sergiliyorduk ,gönlümüzün duvarlarına çizilmiş,
çekiç ve oraktan yapılma karikatürler barınırdı arka sokaklarımızda, anne ve
baba kırmızı çizgimiz olsa da kapılırdı gönlümüz siyasi olmayan bir özgürlük
meselesine işte, hele bir de bu meselenin içinde gözleri güzel bir ahu varsa konu
daha da çıkılmaz bir hal alırdı, kal desen kalamazsın git desen gidemezsin, ne
kal dediler bize ne de git…
Aklımızla
kalbimizin arası hiçbir zaman iyi olmadı bu yüzden, hep bir deliyi oynadık, kimse
akıllı yanımızı göremezdi bizim, kalbimizden yana yaralıyken akılla işimiz
olmazdı doğrusu…
İşte bu
yüzden aşkı tozlu raflarda saklarken, yine diyorum çokta siyasi olmayan bir
özgürlük meselesine aşk gibi baktık biz, hep eşitlik istedik, hep özgürlük, hep
bir adalet, hayatın bize hep ayrımcı yaklaşımına inat direndik, direnirken
kaybettiğimize inanmadan direndik…
Eylemlerimizin
hep can alıcı yerlerinde yalnız bırakıldık, susturulduk, oysa hepsi hepsi
istediğimiz bir sevda çığlığı atmaktı sevdiğimiz kızın sokağına girdiğimizde,
daha o sokağa girmeden pırangalar vurdular ayaklarımıza, anahtarı noksan
kelepçeler eşlik etti gecenin karanlığında bileklerimize, bu yüzden sevdası
yarım kaldı gençliğimizin, yarım ve yasak…
Dini
inançlarımızın sorguya çekildiği ve Tanrı’nın varlığı ile yokluğu arasında
bahse girilen mahkeme huzurunda, çan sesleri eşliğinde günah çıkardığımız bir
davaydı bizimkisi, o kadar karışık, o kadar absürt, o kadar dindar, o kadar
ateist ve o kadar komünist…
Geleceği
var gibi görünen ama daha çok genç yaşta geleceği elinden alınan o masum , o
asi, o deli dolu, o özgürlük düşkünü gençlerdik biz..
Daha
çocuk yaşta intihara sürüklenen düşüncelerimizi miras bıraktık sosyal medya
deneylerine, birer saat arayla yaktığımız sigaraları şimdi daha kısa sürede ve
ardı arkasına yakar olduk, çünkü nereye gideceğimizi bilemez olduk, elimize
harita vermeden konum verdiler işte ve git dediler, gidebileceğimiz bir yerimiz
varmış gibi…
Kaldık
işte düştüğümüz derdin en tenha yerinde, kırmızıya çalan bir şarap ve
dudaklarımızla sevişmekten usanmayan sigaralar eşliğinde, Paris’te bir yaz
şarkısı olduk, kimsenin duymadığı, notası yekpare bir şarkı olduk işte…
Bundan
yıllar önce gezdiğim sokaklardaki düşünlerimle aynı yerde selamlaşıyoruz
şimdilerde, o zamana gire daha bir yalnız görüyorum kendimi, daha bir umudunu
yitirmiş, tükenmiş beklentisiz, kaygısız, oysa o zaman daha heyecanlıymışım
bakıyorum da, yazık olmuş bana, yazık etmişler bana, harcamışlar beni albayım,
bana bunlar olurken sen neredeydin albayım, ben ölürken neredeydin, dur
diyemedin mi, yapmayın diyemedin mi, o bunları haketmedi diyemedin mi albayım,
ben o aşkla çıktığımız özgürlük savaşına kendimi feda ederken sen neredeydin
albayım, uzaktan yıkıldığımı falan mı izledin?
Lütfen
susma albayım bir şey söyle, ben adı konmayan bir şarkı olup sessizce düşerken
dillerden sen neden benim notalarımın içinde bari bir sol anahtarı olsaydın,
varlığını bilir cesaret alır yıkılmazdım albayım…
Olsun ben
albayım, ben alıştım yıkılmaya, dışlanmaya, ötekileştirilmeye, çünkü benim
yaşamak istediğim hayat bu kimseyi bunun için suçlayamam ama sende anla işte
albayım varlığını hissetmek isterdim işkencelere esir düştüğünde düşüncelerim,
orada varlığını hissetmek isterdim..
Tanrı’ya inancımı
kaybettiğim günlerin canı cehenneme, ama biliyorum ki içimde bu ateş aklımda bu
özgürlük sevdasıyla ölüp gideceğim bunca insanın içinden…
Kimselere
bir şey demeden, içimde bu ateş, aklımda bu özgürlük sevdasıyla ölüp gideceğim
bu yerden…
Aşkın Şairi
/ 7.His